TMMOB Maden Mühendisleri Odası

Madenlerle Birlikte Orman ve Meralarda Elden Gitti. / Türkiye`nin Geleceği Satılıyor.

Madenlerle Birlikte Orman ve Meralarda Elden Gitti. / Türkiye`nin Geleceği Satılıyor.

Anahtar teslimi VATAN satışı! / Salim YAVAŞOĞLU

Türkiye yüzölçümünün yüzde 19‘u kadar olan 150 bin kilometrekarelik maden sahası tapularıyla birlikte 26 Anglo-Amerikan şirketine devredilecek

İşte ülkemizde bulunan Anglo-Amerikan maden şirketleri

1- RioTinto

2- BHP-Billuton

3- US.Boraks

4- Alcoa New Mont

5- Anglo Amerikan Corporation

6- De Beers

7- Pheps Dodge

8- Western Mining Corporation

9- Bp, Shell

10- Normandy

11- Amoco

12- White Mining

13- Gold Field

14- Magnesit A.S

15- Omya

16- Anotolia Minerals D

17- Odyssey Resources

18- İnment Mining Co.

19- Noranda

20- Compagnie İnternation

21-Cominco Resources Int.

22- Richard C. Moores

23- Autin investment

24- Anglo Gold

25- Kinross.

26- Eldorado Gold

Tapu Kanununda değişiklik öngeren 5782 sayılı kanunun Anayasa Mahkemesi tarafından da onaylanmasıyla birlikte yabancılara toprak satışının önündeki bütün engeller kalktı. Artık yabancı gerçek kişilerin yanı sıra yabancı ülkelerde kendi kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip yabancı şirketler de tapu sahibi olabilecek. Yabancı şirketler, bugüne kadar işletmesini aldıkları şirketlerin, limanların, madenlerin, enerji tesislerinin, derelerin, meraların ve ormanların tapularını alabilecek. Yabancı şirketler, bugüne kadar "ulusal değer" sayılan maden alanlarının 22, 49 ya da 99 yıllığına işletme hakkını alabiliyordu.

Yüzde 19‘u yabancıların

Emekli Tapu Kadastro Genel Müdür Yardımcısı Orhan Özkaya, ülke madenlerinin artık ulusal değer olmaktan, kamu mülkiyetinden uzaklaştırılarak özelleştirme adı altında 26 adet Anglo-Amerikan şirketine teslim edileceğini söyledi. Özkaya, AKP döneminde yeraltı ve yerüstü kamu varlıklarının birer birer elden çıktığını belirterek şöyle dedi: "Çok daha vahim olan da şu. 5782 sayılı ‘Yabancılara Taşınmaz Satışı Yasası‘ ile ilgili CHP‘nin iptal başvurusunun Anayasa Mahkemesi tarafından reddedilmesi sonucunda yabancı şirketler bütün bu alanları kendi mülkiyetlerine, satın alarak geçirebilecekler. Zira şirketlere bu yasada zaten toprak alımı sınırlandırılmamış durumdaydı. Ayrıca hazine arazileri de bedelsiz verilmektedir. Ülke topraklarının yüzde 19‘u yabancı toprağı konumundadır."

Halkın gözüne mil çekildi

Özkaya, son zamanlarda iktidarın, son derece kurnazlıkla gündemi belirlediğine, muhalefetin de peşine takılıp, ülke gündemine bir türlü dönememesinin işleri içinden çıkılmaz hale getirdiğine işaret ederek şunları söyledi: "CHP ve MHP‘ye kaset tezgahını uygulamak, Anayasa değişikliği tartışması peşine takılmak ve ülke gündemini ‘Cumhuriyet‘in, bölücülük ve karşıdevrim karşısında yıkıma uğratılmasına seyirci kalmak, ‘ileri demokrasi‘ safsatasıyla örtmek, halkın aklına, gözüne ‘mil‘ çekmek demektir." Özkaya şöyle devam etti:

Vatanı tasfiye yasaları

"5737 sayılı ‘Vakıflar Yasası‘ ile yabancı azınlık vakıflarına eski kilise, manastır ve sinagog yerlerinin bedelsiz olarak verilmesi ve yabancı azınlık vakıflarının yeni taşınmazlar alabilmeleri ülkemizin kontrol dışına doğru sürüklendiğini gösteriyor. 6224 sayılı ‘Turizmi Teşvik Yasası‘, 4875 sayılı ‘Doğrudan Yabancı Yatırımlar Yasası‘ 6326 sayılı ‘Petrol Yasası‘, 3213 sayılı ‘Maden Yasası‘ 4737 sayılı ‘Endüstri Bölgeleri Yasası‘, ‘Serbest Bölgeler ve Bankalar Yasası‘ gibi daha çok sayıda yasa ile ülkenin KİT‘leri, bankaları, hava alanları, fabrikaları, kamu arazileri, limanları ve tersaneleri yabancıların eline geçmiştir. Ülkemiz AB‘nin dayatmalarıyla haciz altına alınmış bir duruma düşürülmüştür. Bu, ‘Anahtar Teslimi Satış‘ anlamını taşıyan vatanın tasfiyesi demek oluyor."

"Vazgeçtik" denilemez

Bütün bu satılan taşınmazların binlerce dekar büyüklüğünde arazileri bulunduğunun altını çizen Özkaya şunları kaydetti: "Satışlar bunların elden çıkıp gitmesi ve bir daha geri gelmemesi, yabancıların tapulu mülkü konumuna getirilmesi demek oluyor. Ev sahibi, tesis sahibi, milyonlarca metrekarelik arazi sahibi oluyor. Bunun anlamı; 800 bin kilometrekarelik Türkiye topraklarının tapusunun bir bölümünün yabacılara devri demektir. Bir süre sonra geri alma hakkı diye bir durum söz konusu olamaz. ‘Vazgeçtik bu yerler bizim, geri istiyoruz‘ diyerek bir hak arayışı olamaz. Uluslararası hukuk kuralları karşımıza çıkar. Bu bir ‘mülkiyet devri, kayması‘dır. Bütün bunlar ülkemizin yerüstü varlıklarının, zenginliklerinin yağmalanmasıdır."

Borçlar 400 milyar dolar

Orhan Özkaya, üretim dışına itilmiş olan ülkemizin borçlarını ödeyebilmesi amacıyla kamu varlıklarını pazarlanması ve satışa çıkarılmasının, borç ödemenin ötesinde ülkenin elden gitme tehlikesiyle karşı karşıya kalındığını gösterdiğini kaydederek, "Üstelik borç, ödenemediği gibi 400 milyar dolara çıkmıştır. Tarihte bize ‘Kurtuluş Savaşı‘na mal olan, ‘Duyunu Umumiye‘ borçları sürecini yaşamaktayız. Bu arada yabancı şirketler bu yağmaya var güçleriyle katılmaktadırlar" dedi.

Büyük kârlar elde ediliyor

Türkiye‘nin yüzölçümü 800 bin kilometrekare. Edirne‘den-Kars‘a bu toprakların yaklaşık yüzde 19‘u olan 150 bin kilometrekarelik maden alanları şu anda Anglo-Amerikan şirketlerinin işgali altında. Buraların işletme hakkını elinde bulunduran bu şirketler bor, boraks, trona, gümüş, bakır, çinko ve altın gibi madenleri çıkartıp, bunlardan büyük karlar elde ediyorlar. Sözkonusu şirketler, buraların işletme hakkını AKP döneminde elde ettiler. Yabancılara "sınırlı ayni hak" yani "işletme hakkı" sağlayan yasa Anayasa Mahkemesi tarafından iki kez iptal edildi. Bu şirketlerin bastırması sonucunda daha önce Anayasa Mahkemesi tarafından iki kez iptal edilen Tapu Kanunu‘nda değişiklik öngeren 5782 sayılı kanunun Anayasa Mahkemesi tarafından onaylanması ile şimdi buraların tapusunu istiyorlar.

Madenlerle birlikte orman ve meralar da elden gitti!

Türkiye‘deki madenlerin yabancılar tarafından yağmalandığını belirten eski Tapu Kadastro Genel Müdür Yardımcısı Özkaya, bu madenlerle birlikte orman ve meraların da tek tek elden çıktığını ifade etti.

Eski Tapu Kadastro Genel Müdür Yardımcısı Orhan Özkaya, Türkiye‘deki madenlerin yabancılar tarafından nasıl yağmalandığını anlatırken madenlerle birlikte ormanlar ve meraların da elden gittiğini söyledi. Özkaya şunları söyledi:

"Bütün bu maden alanları ormanlarımızın bulunduğu sahaları da kapsamaktadır. Böyle olunca büyük bir orman alanımızda yabancı maden şirketlerinin işletme ruhsat alanlarının kapsamı altına girmektedir Bu alanlarda şirketler, 5444 sayılı ‘Yabancılara Taşınmaz Satışı‘na ilişkin yasa hükümlerine göre isterse tapu alabilmektedir. Bütün bu durumlar ülkemizin ormanları, meraları, yaylaları ve su havzalarının da yabana mülkiyetine geçebileceğini göstermektedir." Özkaya şöyle devam etti:

Sıra Boğaz köprülerinde

"Yabancıların eline geçmemiş maden alanları kalmadı. Bir yandan en değerli kamu tesislerini satıp bitirmiş, sahillerdeki koylar, en güzel yerleri de yabancı şirketler sınırsız alımlarla yağmalamış ve yağmalama ya devam etmektedir. Yabancı gerçek kişilere 25 dekarlık sınırlama mevcut olmasına karşın, bu durum şirketler için söz konusu değildir. Bu gidiş ülkede satılmadık yer bırakmayacaktır. Son olarak İstanbul‘daki İETT, Karayolları arsaları satıldı. Sıra, Boğaz Köprüleri, otobanlara geldi. Tarihi liselerden Gedikpaşa Lisesi satıldı; Pertevniyal Lisesi ile 160 tarihi lise ve hastaneler de satılacak. Bu iş rayından iyice çıkmıştır."

Rio Tinto‘nun marifetleri

Orhan Özkaya, Amerikan maden şirketlerinin faaliyetlerini de anlattı. Özkaya, bor, boraks ve tuana madenlerinin işletmesinin Rio Tinto ve BHP Billiton tarafından yapıldığını belirterek, "Dünya bor rezervlerinin yüzde 72‘sine sahip ülkemiz, bu madenleri 1889 yılından bu yana sömüren Rio Tinto şirketine yeni imtiyazlar vererek yine devretmektedir. Bor üretiminden yüzde 7 oranında ve sadece ham maddesinden yararlanmaktayız. Ancak verilen imtiyazlarla bu olanak da elden gidiyor. Bu şirketin ruhsatlarını yalnızca Atatürk iptal etmiştir. Başbakan Erdoğan‘ın, 2005 yılı Avustralya gezisi sırasında BHP-Billiton‘la Türkiye borlarını işletme ve pazarlama konusunda görüşmeler yaptığı iddiaları kamuoyunda yer aldı" dedi.

Rothschild ailesine ait

Özkaya devamla şunları kaydetti: "90 milyar dolar mal varlığı ile petrol ve enerji alanlarında dünya devlerinden olan BHP-Billiton firması, ABD sermayeli Rothschild ailesine ait Anglo-Amerikan kökenli Rio Tinto Şirketi‘nin Avustralya‘daki uzantısı durumundadır. Erdoğan bu gezide madenlerin özelleştirileceğini dile getirmiştir. Billiton şirketi, İzmir ve çevresinde büyük yatırımlara sahip durumda. 16 Haziran 2005‘te Dış Ticaret ve Gümrüklerden Sorumlu Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen Avustralya‘da, Billiton Şirketi‘nin ‘Türkiye‘de yatırım yapmak istediğini ve bora ilgi gösterdiğini‘ açıklamıştır. Ayrıca maden konusunda da yabancı sermayeye sıcak baktıklarını, Billiton‘un Avustralya milli gelirine büyük katkılar yaptığını vurgulamıştır. Türkiye-Avustralya Yatırımlarını Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşması‘nın 10‘ncu maddesi: ‘BHP-Billiton‘un, Türkiye‘de potansiyel bir yatırımcı olup, dünya rezervlerinin 3‘te 2‘sini elinde bulunduran Türkiye‘nin bor madenlerinin işletilmesi ve pazarlanması konusunda uzun dönemli planlan bulunmaktadır. White Mining Şirketi de Türkiye‘deki kömür madenciliği projesi ile ilgilenmektedir. Yeni Maden Kanunu ve Yabancı Yatırım Kanunu Türkiye‘yi Avustralyalı yatırımcılar için daha çekici bir hale getirmiştir‘ diye açıklama yapmıştır."

Petrolden kıymetli

Özkaya, şöyle konuştu: "Rio Tinto‘nun işlettiği bor, borax ve bor tuz yatakları, Balıkesir, Susurluk, Bandırma, Balya, Sultançayırı civarındadır. Ankara Eryaman, Sincan, Güdül, Kazan, Beypazarı ve Eskişehir Sivrihisar yöresinde trona (doğal soda) ve bor maden sahalarına sahiptir. Bu alan yaklaşık 450-500 kilometrekare olup, yaklaşık Malta Adası‘nın 1.5 katı büyüklüğünde. ABD, 130 yıldır işlettiği kendi bor rezervleri bitmekte olduğu için Türkiye‘deki bor yataklarını istemektedir. Çünkü bor, tıptan uzay teknolojisine kadar her alanda kullanılmaktadır. Geleceğin petrolü olacaktır. Bunun için Türkiye‘yi Irak gibi işgal etmeye bile değer, diye politikalar, ülkemiz üzerinde provokasyonlar uygulaması gayet doğal sayılmaktadır. Türkiye‘nin stratejik konumu, Dicle ve Fırat içinde hesaplar yapması söz konusu olması, onun amaçlarını hızlandırmasının önem kazandığının belirtisidir. BOP‘un yolunun da Türkiye‘den geçtiği ortada iken."

Altın rezervimiz sömürülüyor

Özkaya, altın, gümüş, bakır, çinko gibi diğer madenlerle ilgili yabancı yağmasını şöyle anlattı: "Anotolia Minerals Development Şirketi, Sivas, Malatya ve Tunceli ile Ovacık bölgesindeki altın, gümüş ve bakır yataklarını işletmektedir. Bu alanlar Gümüşhane, Artvin ve Kayseri‘ye kadar uzanmaktadır. Bunun yüz ölçümü de 700-750 kilometrekare miktarındadır. Bu şirketin Adana Saimbeyli ve Tufanbeyli ilçelerini kapsayan sahalarda elde ettiği çinko madeni işletme ruhsatı 700 kilometrekare‘den büyüktür. Bu şirket Yozgat Boğazlıyan, Yenipazar ve Sarıkaya‘da bir bu kadar bakır madeni işletme ruhsatına sahiptir. Bu şirket Kanada kökenli olmasına karşın, Rio Tinto‘nun ortaklığı bulunmaktadır. Ordu Fatsa ve Zaviköy bölgesinde bulunan altın, gümüş, çinko ve bakır madenleriyle ilgili Odyssey Resources 250 kilometrekarelik bir alanın ruhsatına sahiptir. Çanakkale-Ayvacık‘a bağlı Kısacık köyü ile Kaz Dağı eteklerinde altın madeni bulunmuştur. Uşak-Eşme Banaz Katrancılar köyü ile Kütahya- Gediz ilçesi Murat Dağı eteklerinde Kanadalı Eldorado Gold Şirketi işletme ruhsatına sahip. İzmir Efem Çukuru bölgesindeki altın madeni yataklarının işletmesini yine Eldorado Gold Şirketi almıştır."

Sömürü alabildiğine sürüyor

Eski Tapu Kadastro Genel Müdür Yardımcısı Orhan Özkaya, yabancı şirketlerin, Türkiye‘de nasıl sömürü düzenini kurduklarını şöyle anlattı: "İzmir-Bergama, Ovacık köyündeki altın maden işletmesini Normandy Şirketi‘nden sonra Koza Madencilik Şirketi işletmektedir. Ancak bu şirketin arkasında da yine Normandy olduğu savları zaman zaman ortalıkta dolaşmaktadır. Hiçbir çevre koşullarına uymadan buradaki sömürü alabildiğine sürmektedir. Ülkeye hiçbir katkı olmadığı gibi atıklar nedeniyle çok sayıda yapay dağ oluşmuştur. Ülkemiz hem kirletilmekte ve hem de yabancı şirketlerin sömürü çarkı altında kalmaktadır. Dünyada altına 200 bin tonla ABD ve 90 bin tonla Almanya hükmetmektedir. Bütün bu durum ülkemizin, diğer bütün alanlarda olduğu gibi altın üretiminde de bağımsız bir politika izlemesine engel teşkil etmektedir. İşte bunun için yabancı maden şirketleri ahtapot gibi ülkemizi sarmış, kuşatma altına alarak madenlerimizi elimizden almışlardır. Ülkemizin yabancıların eline geçen maden alanları çok iyimser rakamlarla 140-150 bin kilometrekare yüzölçümündedir. Yani Türkiye‘nin yüzde 17-19‘u civarındadır."

Türkiye‘nin geleceğini satıyorlar

Madenlerimiz üzerindeki yabancı yağmasına tepki gösteren uzmanlar, "Ülke değerlerini peşkeş çekerek kendi dünyalıklarını sağlayanlar, aslında Türkiye‘nin geleceğini satıyor. Bu tehlikeli bir gidişattır" dedi.

AKP döneminde Türkiye‘nin dağları, ovaları, dereleri, gölleri, denizleri, limanları, TÜPRAŞ ve Telekom gibi stratejik tesisleri yabancı şirketlerin eline geçti. Bunun yolu AKP‘nin 2003 yılında çıkardığı 4916 Sayılı "Yasa ile açıldı. Yasa, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Bu kez aynı düzenleme 29 Aralık 2005 tarih ve 5444 Sayılı yasa ile denenmek istendiyse de Anayasa Mahkemesi bunu da iptal etti. İptalin sonunda 1-1.5 yıllık süreç içerisinde yabancıların kontrolündeki baskıları sonucunda 5782 Sayılı Yasa çıkartıldı. Bu yasa Anayasa Mahkemesi‘nin 12 Mayıs 2011 tarihinde verdiği kararla onaylandı. "Yabancılara Taşınmaz Satışı" önündeki bütün engeller aşıldı. Bu karardan sonra yabancılar bugüne kadar 29 ya da 49 yıl gibi geçici sürelerle işletme hakkını alabildikleri dere, liman, su kaynağı, maden, TEKEL gibi işletmelerin tamamının tapusunu alabilecek. Konunun uzmanları ve siyasiler, bu yapılanların, hem Lozan Antlaşmasının ortadan kalkması, hem ülkenin güvenliği ve geleceği açısından çok büyük bir tehlike anlamına geldiğini belirterek tepki gösterdi. Ayrıca yabancı turizm firmalarının orman alanlarını da sorgusuz sualsiz satın alabilecekleri ve diledikleri tesisleri kurabilecekleri konusunda kamuoyunu uyardılar.

CHP Milletvekili Gökhan Günaydın: "Ayakbağı" çözüldü

Uzun süre Ziraat Mühendisleri Odası Başkanlığı yapan CHP Milletvekili Gökhan Günaydın, AKP döneminde yabancı şirketlere verilen imtiyazlarla, olası bir ekonomik krizde Türkiye‘nin ucuzlatılan doğal kaynaklarına tümüyle elkonulması sürecinin başlatıldığını söyledi. Anayasa Mahkemesi tarafından iki kez iptal edilen girişimlerle yabancı şirketlere Türkiye‘de "işletme hakkı" verilirken yapılan son değişiklikle "tapu hakkı" da getirilerek Türkiye üzerindeki emperyalist emellerde bir vites daha ileri gidildiğini kaydetti. Günaydın, Anayasa Mahkemesi‘nin iki kere iptal ettiği değişikliği yabancı şirketlere "sınırlı ayni hak" yerine tapulu "sınırsız mülkiyet hakkı" ile onayan Yeni Anayasa Mahkemesi kararının, "Yargı yürütmeye ayak bağı olmamalıdır" lafının arkasındaki gerçeklik olduğunu söyledi. Günaydın, şöyle konuştu: "AKP, doğal kaynakları, çevresel değerleri, Türkiye‘nin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını yabancıların sınırsız kullanımına açma konusunda iktidara geldiğinden beri sürekli bir çaba içerisinde oldu. Önünde iki engel vardı. Birisi meslek odalarının açtığı davalar, ikincisi de bu davalar sonucunda yargının verdiği kararlar. ‘Durmak yok, yola devam‘ derken o da var. Artık, yargının AKP yürütmesinin önünde bir engel olmadığı, olamayacağı anlaşılıyor. Anayasa Mahkemesi‘nin yeni vereceği kararların da böyle olacağı açık. Yargıtay ve Danıştay gibi yüksek yargı kurumlarına atanan başkanların Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç‘ın sınıf arkadaşı olmalarının tesadüf olmadığı ve Arınç‘ın da ‘Allah verdikçe veriyor‘ lafının arkasında neyin yattığı görülüyor. Dolayısıyla, Türkiye‘de bugün yasama, yargı ve yürütme arasında kuvvetler ayrılığına dayanması gereken bağımsız erkler kalkmıştır. Yürütmenin ve yürütmenin başının belirlediği bir erkler düzeni vardır." Günaydın, "Bu düzen maalesef, doğal kaynaklara yönelik rant ve talan düzenini Türkiye‘de önemli ölçüde hızlandıracak gibi görünüyor" öngürüsünde bulunarak şunları söyledi: "Türkiye‘nin doğal kaynaklarının koşulsuz ve denetimsiz bir şekilde yabancı şirketlerin eline geçmesi, Türkiye‘nin karşı karşıya bulunduğu emperyalist sömürü biçimlerinin derinleşmesine neden olur. Bir süre sonra da Türkiye‘nin kendi ülkesinde denetimi kaybetmesine yol açar. Bunun boyutu bugün şu veya bu noktada olabilir ama böyle bir yasa ve yargı kararından sonra Türkiye‘nin karşı karşıya kalacağı herhangi bir ekonomik kriz sürecinde ucuzlatılan doğal kaynaklarına tümüyle elkonulması süreci başlar. Bu daha evvelden de yaşanmış bir süreçtir. Buna bir vites attırıyorlar. Bunun vitesi yükseltiliyor. Görünen odur. Nitekim Türkiye‘nin dört bir yanında altın ve diğer madenleri kimin işlettiği görülüyor, biliniyor. Bu maden ruhsatlarını alıp, bu ruhsatları pazarlayarak kendi küçük dünyalıklarını sağlayanlar aslında Türkiye‘nin geleceğini satıyorlar. Bu bilinen ve görülen bir şey."

TMMOB Maden Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Torun: "Ciddi yanlışlıklar yapılıyor"

TMMOB Maden Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Torun, Anayasa‘nın 168. maddesine göre madenlerin devletin tasarrufu altında olduğuna dikkat çekerek, "Anayasa maddesi, ‘Devlet bu madenleri geçici süreyle işletmek üzere belli kişilere verebilir‘ diyor. Yani, ‘ruhsat hukuku‘na göre de ‘tapusu devlette olmak kaydıyla işletme hakkını verebilir‘ diyor. Yabancıların Türkiye‘de mülk edinmesine neden olan Tapu Kanunu‘nda değişiklik öngeren 5782 sayılı kanunun, Anayasa‘nın 168. maddesine göre, madenlerimiz için geçerli olmaması gerekiyor" dedi. Torun, şunları söyledi: "Yabancı sermayenin özellikle Türkiye‘deki madenler üzerinde ciddi şekilde tasarrufta bulunmak istediğini biliyoruz. Bunların en başında da bor madeni geliyor. Bu bor madeni için 2005 yılında Devlet Bakanı Ali Babacan ve Başbakan Tayyip Erdoğan‘ın Avustralya‘da BHP Billiton adlı uluslararası maden tekeli ile görüşüp, onları Türkiye‘de yatırım yapmaya davet ettiklerini biliyoruz. Özellikle de bor konusunda. Dolayısıyla bu niyetler açıkken, Türkiye‘de çok uluslu şirketler özellikle de altın, değerli madenlerle ilgili bu çalışmalara başlamışken Anayasa Mahkemesi‘nin bu kararı dikkat çekici. Geçmiş yıllarda kabul edilmeyen bir talebin şimdi uygun görülmesi anlaşılamaz. Bu, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu gibi yüksek yargı organlarının yeni yapılanmasıyla da ilgilidir diye düşünüyorum. Yeni yapılanmanın bir sonucu."

Mehmet Torun, şöyle devam etti: "Tabii burada Anayasa‘nın 168. maddesi varken madenlerde böyle direkt bir tapu devri ya da ruhsat devri mümkün değil. Ancak, burada şöyle bir sıkıntı var. Siz 49 yıllığına veya uzun vadeli geçici olarak ruhsat verdiğinizde zaten o madeni vermiş oluyorsunuz. Çünkü, madenin bir ömrü var. Örneğin, 40 yıllık ömrü olan bir madeni 49 yıllığına kiralayan, onun tamamına hakim olmuş oluyor. Bu ince noktaya da dikkat etmek gerekiyor. Kanunlarla bu görev yetki tanımlaması Enerji Bakanlığı‘na verilmiş. Bu yetki devrinde de kamu yararı gözetilmesi gerekiyor. ‘Kamu yararı‘ yoksa Bakanlık yetkililerinin bunu kesinlikle reddetmesi gerekiyor. Ne yazık ki Türkiye‘de son yıllarda bu ‘kamu yararı‘ hassasiyeti göz önünde bulundurulmuyor. Madencilik sektöründe de ciddi şekilde yanlışlıklar yapılıyor." "Madenlerimizin yabancılara devrinin ne getireceği, ne götüreceği çok önemli. Bunu iyice tartışmak gerekiyor" diyen Torun, şunları kaydetti: "Bizler Maden Mühendisleri Odası olarak; ülke kaynaklarının ülkenin, halkın ve kamunun yararına değerlendirilmesini çok çok önemsiyoruz. Kamu yararı da hesap-kitap ilişkisidir sonuçta. Eğer kamu yararı yoksa kesinlikle yabancı sermaye de, yerli sermaye de olsa bunların önüne geçilmesi gerektiğini düşünüyoruz." Torun, Türkiye‘nin yüzde 19‘u kadar büyük 150 bin kilometrekarelik bir alanın yabancıların eline geçmesinin vahim bir durum olduğunu kaydederek, şöyle devam etti: "Kendi kaynaklarınızı, tarım alanlarınızı, ormanlarınızı, derelerinizi bir şekilde yabancılara satıyorsunuz. Bunun özü budur ve çok sakıncalıdır. Ciddi şekilde stratejik bir karardır bu. Bu girişimin bizler tarafından da ciddi bir şekilde izlenmesi gerekir, izlenip, gerekenler yapılacaktır. Konuyu hukukçularımızla birlikte inceleyeceğiz. Bu alanlarla ilgili ihtilaflı durumlar uluslararası mahkemelerde görülüyor. O tabii serveti alan yabancı sermaye itiraz halinde de bunu uluslararası mahkemelere taşıyacak. Bizim anayasal hukuk sistemimizin üzerinde bir yere taşıyacak Türkiye‘yi. Buradan çıkacak kararlara da Türkiye uymak zorunda bırakılacak. Dolayısıyla ülkemiz topraklarında ‘egemenlik‘ hakkının tartışılmasını da gündeme getiriyorlar" dedi.

Yeniçağ, 19-20-21 Temmuz 2011

Okunma Sayısı: 214
Yayın Tarihi: 22.07.2011
Dosyalar