TMMOB Maden Mühendisleri Odası

Altın Politikaları Sempozyumu Sonuç Bildirgesi Açıklandı.

Altın Politikaları Sempozyumu Sonuç Bildirgesi Açıklandı.

ALTIN POLİTİKALARI SEMPOZYUMU SONUÇ BİLDİRGESİ

Odamızın 41. Olağan Genel Kurulu‘nda alınan karar gereğince, "Altın Politikaları Sempozyumu" 20-21 Şubat 2009 tarihlerinde Ankara‘da gerçekleştirilmiştir. Bu bağlamda, konunun tarafları olan Merkez Bankası, Altın Borsası, İstanbul Kuyumcular Odası, Hazine Müsteşarlığı, Gümrük Müsteşarlığı, Maden İşleri Genel Müdürlüğü, Maden İşçileri Sendikası, Meslek Odaları, Odalar ve Borsalar Birliği, Altın Madencileri Derneği, yöre halkının temsilcileri ve üniversitelerden konu ile ilgili akademisyenlerimiz davet edilmiştir. Ancak, davetlilerin bir bölümü değişik gerekçelerle Sempozyuma katılmamıştır.

Çağrılı 19 bildirinin sunulduğu Sempozyumda "Altın ve Ekonomi", "Altın İşletmeciliği ve Çevre", "Altın ve Madencilik" ile "Altın İşletmeciliğinin Sosyal Boyutu" konuları işlenmiştir. Yaklaşık 300 kişi tarafından takip edilen Sempozyumun son oturumunda "Küreselleşme Sürecinde Altın Politikaları" konulu bir panel gerçekleştirilmiştir.

İki gün süren Sempozyumda dile getirilen görüş ve öneriler ana başlıklarıyla aşağıda özetlenmiştir:

- Madenler, yenilenemeyen ve üretildiklerinde tükenen kıt kaynaklardır. Ekonomik rezervler belirli bölgelerde yoğunlaşmıştır. Bu nedenle madencilikte yer seçme şansı yoktur, madenin bulunduğu yerde üretilmesi zorunludur. Yapıldığı bölgelere sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan önemli katkılar sağlayıp emek yoğun bir istihdam gerektirdiğinden, kırsal kesimden göçleri önleyici ve gelir dağılımını düzenleyici bir etkisi bulunmaktadır. Dolayısıyla, madencilik ile ilgili politikaların oluşturulmasında, gelecek nesillerin haklarının da kollanarak tayin edilmesi gerekmektedir.

- Sanayi başta olmak üzere, ekonominin diğer sektörlerinin hammadde gereksinimlerini sağlayan madencilik sektörü, ekonomik kalkınmayı başlatan sanayileşmenin lokomotifi konumundadır.

- Dünya ekonomisinde yaşanan küreselleşme sürecinde, çok uluslu şirketlerin kar paylarını artırmak için, sermaye ve mal dolaşımının önündeki tüm engellerin kaldırılması amaçlanmıştır. Bu gelişmeler, sahip oldukları bilgi birikimi, sermaye kaynakları, ekonomik ve politik güçleri sayesinde dizginleri ellerinde tutan gelişmiş ülkelerin lehine olmuştur. Ülkemizde 80‘li yıllardan bu yana izlenen neo-liberal politikalar ile sağlık, eğitim, sosyal güvenlik, çevre, maden ve tarım alanları çok büyük yıkım görmüş, özelleştirme uygulamaları ile bu ulusun dişinden tırnağından artırarak oluşturduğu kamu işletmeleri yok pahasına, bir çoğu da amacı ve kaynağı belli olmayan yabancılara, küresel sermaye gruplarına hizmet eden yerli işbirlikçilerine satılmak suretiyle elden çıkarılmıştır.

- Bu çerçevede, yatırım yapılmayarak üretimden çekilmek zorunda bırakılan  kamu madencilik kuruluşlarımız ile küçük  yerli işletmeler, son aşamada yabancı şirketlerin eline geçmekte ve kaynaklarımız bu güçler tarafından kullanılmaktadır. İçinde bulunduğumuz dönemde ise, giderek etkisizleştirilen MTA, TTK, TKİ ve ETİ MADEN gibi kamu madencilik kuruluşlarının bazılarında özelleştirme çalışmalarının hızlandığı yetkililerce daha sık dile getirilmektedir.

- Tüm alanlarda olduğu gibi madencilik sektöründe de kamu denetimi gevşetilmiştir. Bunun sonucunda yasalarda belirtilen denetimler dahi yeterince yapılamamakta, önlemlerin alınıp alınmadığı denetlenememekte ve genel anlamda bir güvensizlik ortamı oluşmaktadır. Meslek Odaları da devre dışı bırakılarak, kamusal denetimin göz ardı edilmesiyle serbest piyasa mantığı gereği "bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler" düşüncesi her alanda egemen olmuştur.  - Ülkemizin sanayileşmesinin emperyalist güçlerce engellenmesi ve buna bağlı olarak mamul madde üretiminin yeterince gerçekleştirilememesi, madenlerimizin hammadde olarak ihracına neden olmaktadır. Madenlerimizin ham madde olarak ihraç edilmesi ise, yer altı kaynaklarımızın ülke ekonomisine katkısını engelleyerek bir daha yerine koyamayacağımız bu kaynakların açık bir sömürüye sunulması anlamına gelmektedir.

- Altın, diğer madenlerimiz gibi yeraltı zenginliklerinden biridir. Resmi raporlara göre, ülkemizde 600 ton işletilebilir altın rezervi bulunmaktadır. Bu rakam aramalara bağlı olarak artabilecektir. Altın madeninin aranması ve madencilik üretim tekniklerinin diğer metal madenlerinden önemli bir farkı yoktur.  Hiçbir madenin arama ve sondaj çalışmalarında siyanür kullanılmamaktadır. Ancak bu konuda kamuoyu zaman zaman yanlış ve eksik bilgilendirilmektedir. Siyanür, altının cevher içerisinden alınmasında, tanelerinin boyutuna ve cevherin özelliklerine göre kullanılan bir kimyasal olup, dünya altın üretiminde  % 83 oranında uygulanmaktadır. Ülkemizde bir yılda kullanılan 300.000 ton siyanürün 3.500 tonu madencilik sektöründe tüketilmektedir.

- Son yıllarda yöresel muhalefet hareketleri ve hukuk mücadeleleriyle gündeme gelen altın madenciliği, ya işletme teknolojisi ve çevre ya da ekonomik boyutuyla tartışılmaktadır. Ancak sorun, bir bütünsellik içinde ulusal madenciliğimizin temel tercihleri ve politikalarının neler olması gerektiği açısından yeterince değerlendirilmemiştir. Sorunların farklı temellerde tartışılması çözümü daha da zorlaştırmıştır.

- Hiçbir ülkede toplumun bütün ihtiyaçlarını karşılayacak kadar yeterli kaynak olmadığından, üretimde kullanılacak kıt kaynaklar konusunda doğru bir planlama ve tercih yapmak bir zorunluluk olmaktadır. Yapılan tercihin rasyonel sayılabilmesi için, feda edilen alternatiflerin toplam maliyetlerinin, yapılan tercihten fazla olmaması gerekir. Bu nedenle, tüm ekonomik faaliyetlerde olduğu gibi, her altın madeni için alternatifler ortaya konulmalı, alternatif maliyet analizleri yapılmalı ve bu verilere göre tercihte bulunulmalıdır. Yapılacak tercihlerde sosyal maliyetlerin de gözetilmesi gerekmektedir.

- Altın madenciliği, dünyada çevre konusunda duyarlı pek çok ülkede gerekli önlemler alınarak yapılmaktadır. Günümüzde çevreye karşı duyarlı birçok ülkede sadece altın değil her türlü yeraltı kaynağı, (maden, petrol, doğal gaz, endüstriyel hammadde vb.) yerüstü zenginliklerine ve çevreye zarar vermeyecek şekilde planlanıp işletilebilmektedir. Dolayısıyla bazı özel durumlar (arkeolojik alan, sit alanı, milli park, vb.) dışında madencilik, uygun bir planlamayla çevre ile barışık olarak yapılabilmektedir. Bu konuda gelişmiş ülkelerdeki olumlu örnekler ülkemizde de uygulanmalıdır.

- Ekonomi, insan gereksinimlerinin giderilmesi yönündeki etkinliklerdir. Politika da bu gereksinimlere konu olan kıt kaynakların bölüşümü, bunun amaç, araç ve yöntemleridir. Dolayısıyla, her ekonomik etkinlik bütün insanları ilgilendirdiği gibi politika da bütün insanlar içindir. Altın madenciliği de, ekonomik bir faaliyettir ve politik alanın içindedir. Buna rağmen, uzmanlarımızın bir kısmı konuya seçkinci bir anlayışla yaklaşmaktadır. Bu konuda kendilerinden başkalarının görüş açıklamalarına tepki göstererek, karar alma ve uygulama süreçlerinde de yalnızca kendilerini yetkin görmektedirler. Bilgiye sahip olmak, uzman olmak önemli bir kimliği ifade etmektedir. Ancak bu kimlik, uzman kişinin aynı zamanda bir yurttaş ve bir insan kimliğine de sahip olduğu gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır. Üstelik uzman kimliğinin, yurttaş kimliği ve insan kimliği ile çelişmemesi gibi bir zorunluluk da bulunmaktadır.

- Yerel halkın onayını almamış hiçbir ekonomik girişimin ülkeye yarar getirmesi beklenemez. Madencilik sektörüne ilişkin alınacak kararlarda ilgili yöre halkının da katılımı sağlanmalıdır. Halkın eğilimlerinin her zaman rasyonel bir düşünce temeline dayandığı söylenemez. Halkın her tercihini destekleyen popülist bir anlayış içinde bulunmak da doğru olmayabilir. Ancak, halkın olası yanlış eğilimlerinin bilgi eksikliğinden kaynaklandığı kabul edilmelidir. Bu durumda; aydınların ve uzmanların halktaki bu bilgi eksikliğinin giderilmesinde önemli bir sorumluluğu bulunmaktadır.

- Türkiye bir hukuk devletidir. Yargı kararlarının uygulanması, ekonomik gerekçelere dayandırılarak antidemokratik uygulamalarla engellenmemelidir. Ancak kararların daha sağlıklı alınabilmesi için konuyla ilgili ihtisas mahkemelerinin kurulması ayrıca değerlendirilmelidir. Bu çerçevede bilirkişilik kurumu da yeniden düzenlenmelidir.

- Maden Kanunu‘nun beyan esasına dayanması nedeniyle, ihracat yapılan ürünün eksik beyan ile (miktar ve tenör olarak) yurtdışına çıkarılması ihtimal dahilindedir. Bu durumda elde edilen değerlerin önemli bir miktarı ülke içerisinde kalmayıp, çok uluslu firmaların kasasına akabilecektir. Bu nokta dikkatle irdelenmeli, gerekli düzenlemeler bu doğrultuda yapılmalıdır.

- Milli parklar, sit alanları gibi özellik arz eden alanlarda madencilik faaliyetlerinin yanında, sanayi tesisleri, yapılaşma dahil hiçbir faaliyete izin verilmemelidir.

- Her şeye rağmen madencilik yapılsın düşüncesi ne kadar yanlışsa, hiçbir şekilde madencilik yapılmasın düşüncesi de en az o kadar yanlış bir yaklaşımdır.

- Anayasanın 168. maddesine göre "Madenler devletin hüküm ve tasarrufu altındadır". Ayrıca Odamızın yıllardır dile getirdiği "MADENLERİN GERÇEK SAHİBİ HALKTIR" gerçeği doğrultusunda, her yurttaşın hak sahibi olduğu madenlerimizin her türlü sömürü ve talana karşı korunması önemli bir sorumluluktur.

-Değişen dünya ve ülke gerçekleri göz önüne alınarak stratejik madenlerimiz yeniden belirlenmelidir.

- Gerçek sahibi halkımız olan, yenilenemez ve tükenme özelliğinden dolayı gelecek nesillerin de hak sahibi olduğu tüm stratejik madenlerimiz kamu eliyle ve kamu yararı gözetilerek işletilmelidir.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

TMMOB
MADEN MÜHENDİSLERİ ODASI
YÖNETİM KURULU
24 Şubat 2009, Ankara

Okunma Sayısı: 1721
Yayın Tarihi: 24.02.2009